Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Terry Fox Kimdir?

28 Haziran 1958 Terrence Stanley Fox Kanada’da Winnipeg, Manitoba’da da doğdu. 9 Mart 1977 Terry’nin sağ bacağında malign tümör saptandı. Bacağı dizinin 15 cm üzerinden kesildi. Subat 1979 Terry kanser araştırmalarına destek sağlamak amacı ile Kanada’yı bir uçtan diğer uca geçmeyi planladığı “Umut Maratonu” için eğitime başladı. Eğitim süresince 5000 km koştu. 15 Ekim 1979 Terry Kanada Kanser Cemiyetinin desteğini alır. Söyle söylemektedir: “Ben hayalperest değilim, bu çabalarımın kanserin kesin tedavisini bulacağını da söylemiyorum. Ancak mucizelere inanıyorum, inanmalıyım”. 12 Nisan 1980 12 Nisan 1980’de Kanada St. John, Newfoundland’de takma bacağını Atlantik Okyanusunda ıslatarak heyecan verici koşusuna başladı. Altı eyaleti günde ortalama 43 km. Koşarak geçti. 1 Eylül 1980 143 gün sonra, Ontario, Thunder Bay yakınlarında 5565. kilometreyi koşarken hastalığının akciğere yayılmış olması sebebiyle koşuyu bırakmak zorunda kaldı. 2 Eylül 1980 Four Seasons oteller zin

Başarı

Hepimiz birşeyler elde etmek, başarılı olmak için çabalayıp duruyoruz değil mi... Peki soruyorum sizlere başarı nedir? İşte asıl cevap verilmesi gereken soruda bu değil mi? Bazen başarılı olmak sürekli birinci olmak değildir. Hani bir hikaye vardır, tavşan ile kaplumbağa girerler, kim daha önce bitiş çizgisine ulaşacak diye. İlk akla gelen tavşanın yarışı kazanacağıdır. Fakat göz ardı ediln çok önemli bir unsur var. O da kaplumbağanın göstermiş olduğu azim ve cesaret değilmidir. Kim kendisinden daha iyi olan biriyle yarışma cesaretini gösterebilir. Siz, kendiniz bir düşünün, iş yerindesiniz ve sizden daha iyi okullarda okuyan iş arkadaşlarınız var, bir proje üzerinde de çalışılması gerek, bu proejnin başkanlığı için hemen aday olma cesaretini gösterebilirmisiniz. Büyük ihtimalle hayır cevabını verdiniz. Peki bunun nedeni nedir acaba? Sizin mezun olduğunuz okulun kalitesiz olmasından mı kaynaklanıyor, hayır. Sizin cesaretsizliğinizden kaynaklanıyor. Çünkü siz o projeyi diğer arkadaşınız

Kitaplar...

Kitap okumak sevgi işidir, emek ister. Birden kendini teslim etmez sizlere. O nu elde etmek için sadece elinizden geleni yapmanız yetmeyecektir çoğu zaman... sizden daha fazlasını isteyecektir. Ki o zaman kitap okumanın kıymeti anlaşılabilsin. Neden bir çoğumuz kitap okumaktan uzak duruyoruz? Bu soruyu kendinize bir sorun isterseniz. Ama bir çok cevap birbirinin aynısı olacaktır " Vaktim yok, çok yoğunum, yavaş okuyorum...." Ben burada sizlerle sadece bir kaç bahaneyi sıraladım. Sizler kendinize özgü bahanelerinizi elinize bir kağıdı alarak sıralayabilirsiniz. En azından bunu yapacak cesaretiniz vardır. Eğer buna cesaretiniz yoksa, yazının bundan sonra ki kısmını da okumanıza gerek yok. Zira bundan sonra yazacaklarım sizin canınızı sıkabilir. Neden mi? Çünkü siz kitap okumuyorsunuz. Çünkü sizin yeni bilgilere ihtiyacınız yok, siz dünya ya gelir gelmez " Mükemmel" bilgi(ler)yle dolu bir şekilde geldiniz. Yeni şeyler öğrenmek size göre bir iş değil aslında. Eğer tüm

Ben Aşkı Züleyhaya Bıraktım...

Körlüğümü Kör Eden Gece! Ne Düşerki Payıma Zifir Sessizliğinde? Yâr yardı yüreğimi, ben; sen kanadım... Ne Leyla'ya Mecnun kalabildim senin varlığında, nede kendimi atabilecek bir kuyu bulabildim yokluğunda... Ben ne dağlar delecek kadar aşıktım, nede uğruna ölünecek kadar maşuk... Kalbimin çöllerini aşamasada Mecnun,gözlerimin kuytularında boğulsada aşk ve yalan kadar sadık olamasamda yalan hayata, ben; sen kadar zifir yazgımla bir sana sadık kalabildim bu hayatta birde ölüme... Züleyha'lığa Mecnun Firavunlar "gayri sadık" damgası vurup kendi hayatımın gözlerinden düşürürken beni; ben senin gözlerinde ne çok büyüdüğümün bilincinde değildim elbet... Ebedi aşksızlığa müebbet kararı vurulsada tek celsede boynuma,ben; kendi hükmümü kendim yazdım alnıma... Yusuf'un gözleriyle dirilmek adına, atıp kendimi kör kuyulara, müebbet suskunluğu urgan yaptım boynuma... Uzak kentlerin baykuş çığlıklarına gizledim sessizliğimi... Sen, karanlığını yakan zılgıtlarıma aldırış bile

dünya dedikleri

Dünya dedikleri ne kadar garip bir yer... her geçen gün dünyanın yaşlandığını fark etmişsinizdir. Peki bu dünyayı yaşlandıran kim? Tabi ki bizler değil miyiz! Bunu nasıl yaptık diye sorun bakalım kendi kendinize,,, cevabınız çok ilginç mi geldi size? Şaşırmayın. Çünkü yıllardır insanoğlu yeryüzünü yavaş yavaş yaşanmaz hale getirmedi mi? Daha bu "kirletme yarışı" ilk çağlarda başlamadı mı... hunharca doğaya saldırdık ve ilk barınağımızı, evimizi yapmadık mı, ısınmak için ağacı kesmedik mi, beslenmek için ağaçların yemişlerinden yemedik mi, Peki biz hala neden dünyadan sürekli bir şeyler isteyip duruyoruz. Sebebi nedir acaba, hiç bu soruyu düşündünüz mü? ben sordum ve verdiğim cevabı da şimdi burada söylemeyeceğim, cevabı kendime saklıyorum, sizde verdiğiniz cevabı kendinize saklayın,